22 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/49

Devrimci sınıf hareketi!
AKP çürüyen sistemin aynadaki yüzüdür!
Siyasal İslam’ın Filistin riyası
AKP-cemaat kavgası ve “FETÖ’yle mücadele” demagojisi
Metal’de son viraj
Her yönüyle güçlü bir Mesleki Eğitim Kurultayı için...
Devrimci sınıf sendikacılığı!
Taşeron köleliği ve AKP’nin yalanları
“İstihdam Şurası” ve istikrarlı sahtekarlık
Sendika düşmanı Sumitomo’nun şeceresi!
Emperyalist sömürgecilerin yarattığı devlet: İsrail
Filistin’de tarihsel kuşatma
Güney Kürdistan’da maaş eylemleri ve çatışmalar
İşçi ve emekçi kadınlar hakkı olanı istemelidir!
Burjuva kadın, işçi kadının dostu olabilir mi?
Kadın bedeninin cinsel bir metaya dönüştürülmesine karşı mücadeleye!
Mesleki Eğitim Kurultayı hazırlıkları devam ediyor
Darbeye giden yolda kanlı bir katliam: Maraş!
Roboski Katliamı 6 senedir Kürtçe ağıtlarda!
Hoşçakal Hüseyin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Roboski Katliamı 6 senedir Kürtçe ağıtlarda!

 

17’si çocuk, 34 can... Şırnak’ın Uludere ilçesinin Gülyazı ve Ortasu (Roboski) köylerinden yola çıkmışlardı. Irak sınırından geçip sınır ticareti yaparak geçimini sağlayan 40 yoksul köylünün son yolculuğuydu bu. 28 Aralık 2011’de saat 21.30, 22.30 sularında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait savaş uçaklarının bombardımanı bu 34 canı paramparça etmişti. 1 kişinin yaralı iki kişinin yara almadan sağ kurtulmasıyla sonuçlanan bu katliam Kürt halkının yeni bir ağıdına konu olmuştur.

“Üzerimize bomba yağdırdılar”

Katliamdan sağ kurtulan Hacı Encü verdiği bir röportajda katliamdan şöyle bahsediyordu: “Bu işi (sınır ticareti) babalarımız da, dedelerimiz de yapıyordu. Biz de yaptık. Burada fabrika falan yok. Biz bu iş ile geçiniyoruz. Bu köyde bu sınırlarda herkes bu işi yapıyor. Olayın olduğu gece gün akşam 2-3 köyden 7-8’er kişilik olmak üzere toplam 40’a yakın kişi katırlarımızı alıp sınırı 2 km kadar geçtik. Orada Iraklılardan mazot, şeker ve gıda aldık. Haftanin ve Sinat’a da gitmedik. Geri dönerken askerler yolumuzu kestiler. Her zaman keserdiler. Ancak geçmemize izin verirlerdi. Bu kez izin vermediler. Bizi sınırda beklettiler. En son da üzerimize bomba yağdırdılar. Yaşları 10 ile 20 arasında değişen ve içlerinde öğrencilerin de olduğu 37 kişi 50, 60 veya 100 TL için bu işi yaparken vuruldular.”

Kürt halkının gerçek kurtuluşu...

Türk sermaye devleti, geçmişten günümüze Kürt halkının varlığını, dilini, kültürünü inkar etmiş, kendi ideolojisini zorla benimsetmeye çalışmış, karşı çıkanları, isyan edenleri işkencelerden geçirmiş, katletmiştir. Roboski Katliamı da sermaye devletinin Kürtlere dönük gerçekleştirdiği bu kirli icraatlarından bağımsız değil.

Sermaye devletinin sözcüleri 34 Kürt emekçisini terörist ilan ederek önce katliamı toplum nezdinde meşrulaştırmaya çalıştılar. Bu yalanları tutmayınca bu kez “kaçakçılık” yapıyorlardı propagandası yapmaya başladılar. Ardından “istihbarat” hatası dediler, “köylülerin arasına teröristler karıştı” yalanına başvurdular. Fakat tanıkların ifadeleri ve belgelenmiş kanıtlar katliamın planlı olduğunu ve failin devlet olduğunu tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Türk sermaye devletinin, katliamcı geleneğinde kanlı bir imza olan Roboski Katliamı’nın üzerinden 6 sene geçti. Bu geçen seneler boyunca sermaye devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaş bitmedi ve son dönemlerde artarak devam ediyor.

P. Sevra

Not: Röportaj MAZLUMDER VE İHD’nin hazırladığı Roboski Katliamı Raporu’ndan alınmıştır.

 

 

 

 

Bir alet, bir sayı bir vesile gibi değil insan gibi yaşamak!

 

Bu düzende hayatta kalabilmemiz çalışmaya, çalışma faaliyeti ise birilerine ölçüye gelmez zenginlikler üretmeye bağlı. Ağır ve yıpratıcı koşullarda sabahın ilk vaktinden akşamın karanlığına dek çalışıyoruz, fakat hiçbir ihtiyacımızı yeterince karşılayamıyoruz. Kapitalizm koşullarında çalışmak bize ay sonunda elimize geçecek üç beş kuruş anlamına geliyor. Ekmeğe bir fiyat biçilir, giysiye, kiralanacak eve... İşte bu düzende emeğe de bir fiyat biçiliyor, ücret! İnsan emeğine fiyat biçen kapitalist bir düzende yaşıyoruz.

Sermayenin sürekli büyüdüğü, işçininse köleleştiği böylesi düzende, çalışma koşulları da doğal olarak insanlık dışı oluyor. İhtiyaçlarımızı karşılamak için değil, toplumsal fayda için değil, bir avuç asalağın kârı için üretiyoruz çünkü.

Ücretli köleliğin hakim olduğu bu kapitalist sistemde, bizlere insanca yaşayabileceğimiz ve ihtiyaçlarımızı giderebileceğimiz hiçbir alan bırakılmıyor. Tüm enerji ve etkinliğimiz patronları zengin etmeye, sermayeyi büyütmeye harcanıyor, yığınlar halinde bu amaca koşuluyoruz. Fiziksel olduğu kadar zihinsel ve kültürel olarak da öğütülüyoruz.

Bir somut örnekle açıklayalım; Kibar Holding’e ait çelik üreticisi Posco-Assan Türkiye’nin en zengin 19. sermaye grubu. İşçinin emek gücüyle büyümüş her sermaye gibi, Posco-Assan’da da bu zenginliğin altında yoğun emek sömürüsü yer alıyor. İnsanı değil kârı baz alan Posco-Assan’da üretimin hiç durmaması temel ilkesiyle işçiler aylar boyunca haftalık hiç izin kullanmadan çalıştırılıyor. Yemek molalarına çıkmak engellendiği için işçiler hat başında yemek yemeğe zorlanıyor, hastalandığında revire gidemiyor. Fabrikada “iş kazası” yaşandığında yaralanan işçilerin aldığı rapor günü kadar, bölümde çalışan tüm ekip arkadaşlarına “cezalar” kesiliyor. İş “kazalarını” işleyen ve bunun işçinin suçu olduğunu anlatan pankartlar bölümdeki işçilerin eline tutuşturuluyor ve herkesin önünde bekletiliyor. Kısacası yoğun emek sömürüsünün yanı sıra işçi sınıfı bu türden uygulamalarla aşağılanıyor ve insan onuru ayaklar altına alınıyor. Üretim durmuyor, sermaye büyüyor fakat işçiler bu insanlık dışı koşullarla fiziksel olduğu kadar bilinç olarak da eziliyor.

Tuzla Deri Sanayi’de bulunan Na-De Elektronik fabrikasında ise işçilerin üzerleri detektörle aranıyor. İşçilerin üzerinde telefon vb. gibi kendine ait bir araç çıktığında ise bu durum işçiyi tazminatsız işten atmanın fırsatına dönüştürülüyor. Bu ve benzeri yöntemlerle işçiler sürekli baskı altında tutuluyor ve aşağılayıcı uygulamalar işçilere kanıksatılmaya çalışılıyor. Üreten, koca fabrikaları ayakta tutan işçiler hırsız muamelesi görüyor.

İşçiler bu sömürüye dayalı işleyiş karşında sürekli tepkiler geliştiriyor; fakat aslolarak yapılması gereken şey emeğin özgürleştirilmesi, işçilerin emeğini kapitalistlerin zenginliğine dönüştüren düzenin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak bu yolla işçilere dayatılan kölelik koşulları ve onursuz uygulamalar son bulabilir.

Şairin de dediği gibi “Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil, insan gibi yaşamalıyız”... Emeğin özgürleştiği, insanın insanca yaşayabileceği sistem ise sosyalizmdir.

S. Gül

 
§